Yaşar Kemal’e Ortaokul yıllarında doğru-dürüst Türkçe konuşmadığı için öğretmenin bir tokat attığı söylenir. Ve Yaşar Kemal bunu büyük onur meselesi yapar. İçinden de olsa, tepki göstermese de ‘’Sen görürsün nasıl Türkçe konuşulup yazıldığını’’ dediğini, duymuştum.
Sanırım ondan sonra Yaşar Gökçeli’ye bir tekme atar ve YAŞAR KEMAL olarak adını koyar. Bu onun hayatının dönüm noktası vE kırılma anıdır. Niye Yaşar, niye Kemal? Bu ayrı bir konu.
Bir başka örnek vereyim.
Bizim bir Kemal Pir’imiz vardı.
Gümüşhane-Torul. Beşkilise köyünden dünyalar güzeli bir Laz yoldaşımız. Kürd ve Kürdistan’a adeta aşık biriydi. Benim surenginde arkadaşım, yoldaşımdı. Öldü. Hem de dünyanın en büyük ölümü olan Ölüm Orucu’nda.
Naaşını alıp götürdüler Diyarbekir Zindanı’ndan ama yıllarca mezartaşına isminin yazılmasına izin vermediler.
Mezarın başında gepgenç bir yeğeni duruyordu. Gözyaşlarını içine gömüyormuş. Yemin etti and içti ben amcamın intikamını alacağım, diyormuş. Ve intikamı neydi biliyor musunuz? Nerden bileceksiniz? Bana söylediğinde ben de inanmadım.
‘’Bir gün onların cumhurbaşkanıyla fotoğraf çekeceğim.’’
Çekti mi?
Bence evet.
Yıllarca AKP şemsiyesi altına girdi. Bir gün karşılaştık. Bana bunları anlattı. Ona;
‘’O zaman bence sen yanlış yerdesin. Karşı mahalleye (DHP)’ye geç. PİR soyadını bayrak yap. Kapağı Diyarbekir’e at. Bir iki bağır, çağır. İşi kurtarır, amacına ulaşırsın’’ dedim. Yaptı. Gitti. Milletvekili oldu. Bence cumhurbaşkanıyla fotoğraf karelerinin birine girmiş, yeminini yerine getirmiştir.
Şimdi, bana Seyîd ALP kimdir derseniz; ben siz bir tek şey söylerim.
Sayid Batman yürekli bir Kürd Milliyetçisi, vatansever ve kanının son damlasına kadar en iyi Kürdistan’da yaşayan milyonlarca insandan daha yürekliydi. Çünkü o sürgün Kürd’üydü ve Vatansızlığın, vatandan ayrılığın ne olduğunu ayak tıranağından, başındaki saç teline kadar hissederdi. Kürdlüğünü –Türkçe de-olsa nakşeden bire nakkaş, bir şair, bir çağdaş yazardı.
Onun şu şiiri bize bu gerçeği anlatır:
Biz İranî seher
Turanî kavim
Evvel eski hep köleyiz
Güneş mürşidimiz
Sırtımızda halk urbası
YOL DA YIZZZZ!…
İşte Seyid O zaman bugünleri gördü. Kürdistan’a gitmedi. Göremedi. Çünkü gidecek ne parası ne imkanı vardı.
Gelelim matematiksal ve resmi söylemle hayatına;
1945 yılında Şereflikoçhisar’da doğdu Seyid Alp,
1969 yılında Ankara’da Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyat bölümünü bitirdi.
Mezun olduğu günden ölümüne dek öğretmenlik yaptı.
İlk romanı Komal yayınlarında basıldı.’ Bu kitap arkalığı metni. Resmi tarih kokuyor zaten.
Biz Mustafa Alp’ten aktaralım özetin özeti yaşamını.
İlk ve ortayı Şereflikoçhisar’da okudu.
Liseyi Ankara’da dayısı ve akrabalarının yanında bitirdi.
O dönemlerde Ahmet Kabaklı ve Necip Fazıl Kısakürek’i okurdu.
İlk tayin yeri Samsun-Çarşamba’ya çıkar.
Orada İstiklal marşı okumama ve Kürdçe konuşmadan dolayı dolayı adı ‘Kürdçü’’ya çıkar ve Kırşehehir’e sürgün edilir.
O dönemlerde Mehmut Baydar Büyükkışlalı’ya ilgi duyar.
1970’den 1974’lere kadar Kırşehir Parasız Yatılı Öğretmen Okulu’nda Edebiyat öğretmenliği yapar.
Oradan atılır.
Türizim Yüksek okuluna verilir.
Burada faşistlerin saldırısına uğrar.
En son zamanlarda Arkadaşı Mehmet Baran Aydın ile Başarı Dershanesi’de öğretmenlik yapar.’’