1-GİTMEK BİRAZ DA GELMEKTİR
izlenimler
Eskiden ‘’Git gel, Konya altı saat’’ derlerdi.
Demek o zaman Konya-Arkası üç saati.
Gidiş üç, geliş üç, etti mi altı saat.
Sanırım bu kavram oradan geliyor.
Eskiden, Diyarbakırlı şair Cahit Sıtkı Tarancı:
‘’Yaş otuzbeş, ömrün yarısı’’ demişti.
Ve belki de Tarancı ortalama yaşamın yetmişine vurgu yapmıştı aklınca.
Yaşım 35’i çoktan geçti.
Hatta ikiye katladı.
Ortalama 66-67.
70’e merdiven dayadım.
Ve ‘’Yaş yetmiş, iş bitmiş’’ demeden, ben 70.ci yaş günüme hazırlanıyorum.
Nasıl mı?
70 tırmanmak için yeni bir eş arayışına girdim.
Ve eğer bu sefer doğru seçim yaparsam, Fransız ciğerle 70’i de 77’yi de bulurum.
Peki yeni, yani üçüncü bir ömrümün bağ bozmu bulur muyum?
Bilmem.
Benden çok Alman vatandaşlık kimliğime talipli çok.
Aslolan beni kaldıracak olmalarıdır. En nihayetinde o hak bende, ben oldukça işe yarar.
Bugüne kadar; çocuklarımın anasını, illegal belalımı buraya getirdim. Onların işi tamam. Hatta onlar benden iyi durumda.
Biri buarda, biri memlekette.
Sağolsunlar, varolsunlar ve benden uzak dursunlar.
Doğrusunu söylemek gerekirse ben bu arayışımı tamamlamak için yola çıktım. Diğer gerekçeler bahane, kadınlar şahane.
Bir arkadaşıma espiri yaptım.
‘’Bacım hasta. Acilen gitmem gerekir’’ dedim.
‘’Nereye?’’ dedi.
‘’Nereye olacak memlekete?’’
‘’Nerden nereye?’’
‘’Düsseldorf’tan Diyarbakır’’a.
Enuygun com’da bilet buldu.
80 euro.
Al, dedim.
Yüküm ağırdı.
Bağaj yoktu.
Artı 80 Euro ödedim. Ve gittim.
Diyarbakır Havaalanından beni aldı bir Can. Bir Can’da kaldım 12 gün. Gündüz giriyor, öğleden sonra çıkıyordum evden.
Sadunya Cafe-Nargile’yi mesken tuttum.
Gelen, arayan soran herkesle görüştüm.
Kaldığım yeri artık değiştirmek gerekirdi. Yolcu yolunda, solcu solunda gerek. Bir dost aldırdı.
O gece çıkmaya karar verdim ve evden otele geçtim.
Ertesi gün bir dostun yeğeni geldi.
Bu sefer yönüm Mardin oldu.
Sağolsun dost Yay Granda iki gün yer ayırttı.
Üçüncü gün dolmadan ‘’Bana eyvallah’’
‘’Nereye?’’ demeden.
‘’Yine yolcu yolunda gerek’’ dedim ve yola çıktım.
Yeğenime haber verdim.
Gelip beni aldı Mardin Artuklu’dan.
Ömerli, Estel, Midyat derken durduk.
Kızım Mizgin’e puşu, kendimize yemek aldık.
Gercüş’ü geçtikten sonra yeğenimin anlattığı yere geldik.
‘’Amca yerin adını ne koyalım?’’
Düşünüyorum.
Ama önce görmeliyim.
Anlatmak, düşünmek ayrı görmek ayrı.
Ve görür görmez, karar verdim: MALA RÛKEN!
Hatta senin de benim de adın bundan sonra Gülmüş değil, RÛKEN yapalım ve buranın adı MALA RÛKEN olsun.
Olsun amca. Sen nasıl istersen.
İŞTE MALA RÛKEN’DEYİM.
Yerimi de şifamı da buldum.
Bundan sonra burada kalacağım.
Hatta mezarımı da burada yapacağım.
İşte size oradan yazıyorum.
Bekleyim MALA RÛKEN’i size anlatacağım.
Hatta yeni hatun adayına ‘’Atla gel. Evimiz var artık’’ dedim.Yarım ömür burda yarım ömür Almanya’dayız.
MALA RÛKEN NERDE VE NASIL BİR YER?
Devam edeceğim.
Hararetle bekleyin.
- Ağustos.21
Mala Rûken. (Ziyaret karşısı)
BEKAA ve BEKA
Bekaa öncesini de sonrasını da bilirim.
Çünkü 1979’un sonraında Hazret’in Suriye Hicereti sonrasında, takriben bir ay zaman sonra ben de gittim.
Suriye Kobani, Lübnan-Beyrut, sonra Velid Canbolatların Köylerinin hemen alt kısmında, daha sonra Filistinilerin işgal ettiği İsrail sınırındaki kamplarda kaldım.
Eğitim gördüğümde tekrar Onun emriyle ülkeye gönderildim.
Bekaa özünde bir Lübnan’ın topraklarıdır.
Oranın sahibinin kendisi yurtseverdi ve orayı Partiye hibe etti ya da onların tasarrufuna verildi.
Çünkü PKK’liler Filistinlerin safında 13’e yakın can verdi.
PKK ve Öcalan bu sayede itibar kazandı, tanındı.
Öcalan, PKK’si kadar bu Bekaa için de çok yazıldı çizildi.
Özellikle dalkavuk ve yağ tulumu Selim Ferat’ın;
BEKAA, BEKAA KUTSAL BEKAA kitabı en çok hatırladığım çalışmadır.
Bekaa, aslında tıpkı QANDİL gibi stratejik bir mevkidir.
Buralar asla boş kalmaz.
Şimdi boşaltıldı, deniyor.
Ancak, orda başka güçler hala var.
Ne Bekaa ne Qandil asla boş olmaz.
Tarih boşluğu affetmez.
Şimdi gelelim en şaşalı döneme.
Bu dönemde Rotinda da ordadır.
Bizim tevernalardan çıkıp yurtseverleşen, ve sanatçlığında üretici olan bu insan; hangi akla hizmetle ‘’Gerilla’’ olmak istediyse; onu Bekaa’da görüyoruz.
BEKAA YÖNETİMİNDE KİMLER VAR?
Benim olduğum dönem en kalabalık dönemdi.
Hemen hemen dünyanın her yerinde gerilla adayları vardı.
Yönetimde Zaza Hasan vardı.
Daha sonra Kara Ömer, (Ali Aksoy) Koordinatörlüğünde Selim Çürükkaya’nında olduğu bir yönetim vardı. Ben onların döneminde birkaç vukat işlemiş ve yönetime düşmüş, hücrelere atılmaktan, sorgulanmaktan eski Zindancı ve partili olmamdan direkten dönmüştüm.
Rotinda’nın olduğu dönemde; yönetimde Firaz vardı.
Firaz 1975-76 ülke kadrolarından. Urfalı ve Öcalan tarafından tanınan bilinen eski bir zindancıdır.
Firaz’ın yanında ise; Botanlı, okuma yazması olmayan ve doğru dürüst Türkçe bilmeyen Avdal var. Onunla beraber yönetim tamamlanıyor.
Gerillada temel kural her gerilla adayı hergün, düzenli raporlar yazar.
Hatta bu raporlara ispiyonlama, denir.
Ahmet Altan’ın Vahadetin dönemini çağrıştırır.
Gerilalar yakınındaki her gerilla adayının en küçük noktalarına kadar rapor ederler.
Rapor edecekleri kimse bulamazlarsa;
‘’Heval rapor edecek kimseyi bulamadım. Kendimi unsur görerek kendi kendimi ihbar ediyorum’’ diye yazarlar.
Raporlarda en çok şikayet konusu olan kişi ROTİNDA’dır.
Hakkındaki suçlama:
-Tuhaf hareketleri var.
-Kırıtıyor.
-Kadınsı tavırları var.
-Hatta nermik olduğu söyleniyor.
-Hiçbir hareketi gerillaya yakışmıyor.
-Bundan şüpheliniyorum.
-Türk Derin devletini ajanı olabilir.
-Saflara sızmış bir ajan….
Gerilla adayları bu kadar Rotinda’yı şikayet ettiklerinden Firaz;
‘’Yönetime çağırın bu arkadaşla konuşalım. Bir de onu dinleyelim’’ der.
ROTİNDA YÖNETİME ÇAĞRILIR.
Firaz durumuna bakar. Biraz konuşur ve ,
‘’Bunu kim gerillaya göndermişse asıl suçlu o. Bu adam sanatçı. Onun burda ne işi var? Bu görüşünü YUKARIYA (Yukarıdan kasıt) PARTİ ÖNDELİĞİ Öcalan’a bir raporla bildirir.
Öcalan:
‘’Olur mu? Bu saflarımıza gönderilmiş Türk devletinin bilinçli bir ajanı da olabilir, Mutlaka sıkı bir soruşturmaya alın’’ der.
Durumun farkına varan Firaz’nın tepesi atar ve Yardımcısı Botanlı-Gündi Abdal’a görev verir.
‘’Heval Abdal. Ti bi xwe soruşturma Rotinda bike ê min gelek kare min heye’’ der işin içinden sıyrılmak ister.
Abdal’ın canına minnet.
Ve tam bir Bekçi Murtaza.
Abdal Rotinda’yı karşısına alır.
Sorgu başlar.
-Heval Rotinda…
-Fermo heval Abdal.
-Ji bo te gelek raporên kirêt ji mere hatin.
-Weki çi heval. Çi kirêtiya min, kebehet û suçê min hene?
-Bo te dibên hin herekten te wekiyên jinanin.
-Çava yani?
-Hetta diben ti nermiki.
-Nermik çiye?
Abdal kızar. Ve bozarır.
-Nermik kûnekê. Yani ti kûneki?
-Belê… Ew teybetmendiya mine.
Bunu Rotinda çok rahat söyler. Ve Homo olduğunu asla gizlemez.
Abdal bu tür şeyleri bilmediği için dışarı fırlar ve Koordinatör Firaz’ın yanına gider.
-Heval Firaz heval Firaz. Rotinda sucê xwe itiraf kir.
-Çi go?
-Dibê ez kûnekim.
-Eeee….
-Çi eeeee.
-Ajane ajan, ji terefi devletan Tirkan hatiye.
Firaz güler. Nasıl durumu Abdal’a anlatacak?
-Heval Avdal, here hin kûr bike. Başka çi sucê vi heye tesbit bike u hemiya di raporêde binivisine.
Avdal geri döner.
Sorgulamaya kaldığı yerden devam eder.
-Heval Rotinda ti kengide vi kari diki?û te bikêre kiriye yek bi yek beje.
-Ji zûde. Mêrê min ji heye.
Rotinda ‘’Mêrê min ji heye’’ dediği an gözleri kan çanağına döner ve hiddetle sorar.
-Çi mêrê teji heye?
-Erê.
-Ew kiye? Li kûye? Zû vi ji beje.
-Mêrê min ne livire.
-Li kûye?
-Li Yunanistan e…
Avdal bir derin –çığlık gibi- haho… haho…. Demek mêrê teji heye.. Der ve kendisini dışarı atar.
Firaz’a.
-Heval Firaz.
-Çibû Avdal.
-Ez Edi nikarim soruşturma Rotinda bikim.
-Çima?
-Çi sosrete. Dibê mêrê min ji heye. Mêrê vi li Yunanistan e…
…….
Sonra mı?
Sonrası ne olacak?
Burada kesiyorum.
Neyseki hala Rotinda yaşıyor.
Bundan sonrasını Firaz’a Avdal’a ve Rotinda’ya sormak gerkir.
….
11.10.21
Almanya-Esen
BU KAFAYA VURMAYIN! BİR GÜN SİZE LAZIM OLUR!
İki insan aynı söz.
İki insandan biri;Ümit Yazıcıoğlu.
Diğeri Şerafettin Kaya.
Ayrı ve farklı insanlar.
Memleketleriyle, meslekleriyle ve bulundukları konumlarıyla apayı.
Bir Berlin turundaydım.
Berlin benim için –eskiden- Recep Maraşlı demekti.
Receb’i görmeye gittim. Recep geldiğinde yanında Ümit Yazıcıoğlu da vardı. İlkkez görüyor ve tanışıyordum. Üçümüz güzel bir lokantada yemek yiyorduk. O yemek ve ağırlama hala aklımda. Bu arada yine Ümit Hocaya teşekir ederim.
Bana başından geçenleri anlatıyordu.
Öcalanpersetler onu fena hırplamışlardı. O arada ; ‘’Ben onlara kafama vurmayın. Bu kafa size ilerde lazım olur’’ diyordum.
Ama Öcalancılar daha çok vuruyorlarmış.
Şimdi o sözü hatırladım.
BU KAFAYA VURMAYIN! BİR GÜN SİZE LAZIM OLUR!
İsmail Beşikçi Hoca’nın anılarında bir yerde aynı durumu Beşikçi hoca Şerafettin Kaya için söylüyor.
‘’Şeref abiyi döverlerken devlet güçleri, o habire Bu kafaya vurmayın! Bu kafa size bir gün lazım olur’’ diyordu, diye yazmış.
Nerden nereye?
Biri Almanya Berlin’de Öcalanpersetler tarafından dövülüyor.
Diğeri TC devletinin kolluk kuvvetleri tarafından ama söz aynı.
BU KAFAYA VURMAYIN! BİR GÜN SİZE LAZIM OLUR!
….
Acaip bir durum değil mi?
Söz aynı ama vuranlar farklı.
Dayak yiyenler farklı.
Di gelde bu bilmeceyi çöz çözebilirsen.
Weselam..
09.10.21
Almanya-Essen
CİLTLERCE ROMANA SIACAK HAYATLAR VAR
Ben bunları bozuk para gibi harcıyorum.
Ne yapayım yani, yazmaya kalkışsam ömrüm yetmez.
Onun için sadece satır başlıklarıyla spotlar düşüyorum.
Varan 1- Tatar Elif.
Tatar mı satar mı olduğunu bilimiyordum.
‘’Öyla diyorlardı’’
Ve çok nefret ediyorum ‘’Öyle diyorlar’’ sözünden.
Elif elif olmadan önce onu Mediha diya tanıdım.
Ferhat ve Davut Uluc’un abisiyle beraber kahvede otururken; saçları kısacık biri solumda oturuyordu.
Konuşmaya başlayınca kız olduğunu anladım.
Ufak tefek, sevimli sempatik bir genç oğlan gibiydi.
Tatlı bir gülüşü vardı.
Dişleri sanki arda arda yasalanmış ve sanki halaya durmuşlardı.
Adı: Mediha. Soyadı: Bahtiyar’mış.
Sanırım Davut Uluc’un abisi Eskişehir’de okurken tanışmışlar ve onu etkileyip Mardin’e getirmişti.
Mediha sonradan iyi bir taraftarımız oldu.
Benden çok küçük kardeşim Allattin’le takılırlardı.
Bizim eve de bazen gelirdi.
Benim hatun ondan pek hoşlanmazdı.
Mediha hızlı giriş yaptı yeni hayatına.
Eylemcilere özeniyor ve ille de ‘’Ben de eylem yapacağım’’ diyordu.
Bazı arkadaşlar gülüp geçiyordu.
Mardin,Kızıltepe ve kadınların eylemci olması…
Gülünüyordu.
Ama Mediha eylemlerini yaptı.
Çabuk göze battı.
Aranır duruma düştü.
Onu Batman’a götürmek zorunda kaldım.
Yolda ona ‘’Emine’’ adını verdim.
‘’Neden Emine hoca??’’ dediğinde;
‘’Bizim köye baktım. Ninemi hatırladım Adı Eminkê’yidi. Senin de Emine olsun’’ dedim.
Ve Batman’da –bir müddetde olsa – Emine oldu.
Batman onu bağrına bastı.
Şaliha Şener onu ‘’Gelin’i gibi gördü.
Ve öyle de oldu.
Tabi bu arada Baki Karer de Belediyesiz Nikah memuru oluvermiş.
(Mış, mış işler….)
X
Bizi aslında 12 Eylül değil. Sıkıyönetim Dönemi ve olağanüstü hal dağıttı. 12 Eylül gelince giden gitti, kalan kaldı.
Kimi yakalandı.
Kimi kaçti
Kimi vuruldu.
Emine, Mediha’nın bir de 12 Eylül sonrası Suriye ve Lübnan maceraları var. Oralarda ne oldu? Ne yaşandı? Tam olarak bilmiyorum.
Yalnız 1991- 92’lerde Mardin Bölgesinde Edip adındaki bir partiliyle saflardan kaçıp İstanbul’a gelmişti. Ali Temel üzerinden bana ulaşmak istedi.
Görüşüp görüşmemeye karar veremedim.
En sonunda kararımı ‘’Görüşmeme’’ üzerine olmuştu.
Mediha ve Edip’e Öcalan’ın adamları operasyon çeker.
Edip vurulur. Mediha elleri kelepçeli Bekaa’ya götürülür.
Ve siz işe bakın.
Zorla, eli kelepçeli götürülen Tatar, bu sefer o Öcalan emriyle muhaliflerin peşine düşer.
Akıl sır erdirmek mümkün değil.
Ondan sonra da Öcalan ve adamlarınca vurulduğunu duydum.
Hepsi bu.
Mediha ELİF olarak pek de BAHTİYAR olmadan gitti.
….14. 10.21
DEVLET NEDİR?
Devlet…
Sahi nedir bu Devlet?
Yenir mi? İçilir mi? Alınır, satılır mı?
Bina mı? Hıyar, Domates mi?
Nedir bu devlet?
Bu devlet sözcüğü biraz şeytan biraz Allah gibi bir şey. Var ama içi bir türlü dolduralamayan bir varlık.
Yanlız ne olursa olsun; benim için Devlet soğuk ve korkulu bir varlık olarak geldi.
Oldum olası devlet ve devlet adamlarından, bekçi, polis, askerden hem korktum hem kaçtım.
X
Bir ülke gidişinde kazaran Şırnak’ta bir taziyede, Şırnak valisiyle toklaşatım. Oturanlar içindeydim. Vali geldi. Ayağa kalktım ve benimle de tokalaştı.
O gidince elimi cebime soktum. Ellerim buz gibi olmuştu.
Sonra Batman’da bir mevlide katıldım.
Yanımda Batmanlı hemşerim gazeteci Arif Aslan vardı.
Tesadüfe bak sen. Batman valisiyle yan yana düştük.
Kalkıp yer değiştirmek istedim ama yapamadım.
Yemekler dağıldı. Tam yemeğe başlamışken baktım Arif, Valiye;
‘’Sayın valim yanınızda oturan kim biliyor musunuz?
Vali kibarca bana baktı.
‘’Hayır’’ dedi.
‘’Bu yanınızda oturan Şükrü Gülmüş, PKK lideri Abdullah Öcalan ile bu teşkilatı kuranlardan…’’
Sanırım vali buz kesildi. Ne iştah kaldı en mecal.
Ben kızdım Arif’e.
‘’Yani şimdi yeri miydi? Bari yemeğimizi yeseydik’’ diyecektim. Ama diyemedim.
Hasılı şimdi Batman Valisi Mahalle Toplantıları yapıyor.
Doğal olarak bu bir taktik mi? Gerçekten bir değişim mi?
Kahraman Emniyet Amiri Gaffar Okan’lar ve sevimli valiler dönemine mi giriyoruz?
Bilmiyorum.
Bir insan olarak Türk Devleti ile tokalaşabilir, kucaklaşabilir miyim?
Buna biraz şüpheliyim.
Ama Kürdler buna çoktan hazır gibi.
Aslında gibisi bile fazla.
Benim gibi kaç Kürd kaldı ki?
Bilmiyorum.
Siz biliyor musunuz sahi?
20.10.21
GELENEKÇİLİK BİZİMUHAFAZAKÂRLIĞA,
MUHAFAZAZKÂRLIK DA BİZİ GERİCİLİĞE GÖTÜRÜR
Her insan mutlak surette bir ana ve babadan dünyaya gelir.
İnsanın siyasallaşmasının da bir ilk anı, birleşimi var. Ve ben bunu ilk platonik aşklar veya kızamık hastalığına benzetirim.
Kültürel geleneksellik gibi siyasi geleneksellik de mevcut.
Ve her birimiz bir aileden, bir çevreden geliriz.
Siyasi gelenekçilik bir yerde donar veya kişi o gettoyu da terk eder.
Ancak –alışkanlık gereği- biz ilk parmak damgası gibi sosyal ve siyasal geleneğimize de vurgu yaparız.
Gelişen dünyada artık bana göre siyasi gelenekçilik muhafazakarlığa, muhafazarlık da bizim gericileşmemize sebep oluyor.
Bilerek veya bilmeyek biz buna vurgu yaparız.
‘’Hangi gelenektensin?’’ sorusu aslında eskinin bir vurgusudur.
Bunu sorarken, karşımızdaki kişinin eski görüşleriyle ne derecede ilikisi var, sorusunu anlamak isteriz.
Biz yaralı bir toplumun mensuplarıyız.
Kuşkusuz ağır travmalar yaşadık.
Kimimiz bu taravmaların üstüne çıktık. Kimimiz bu travmanın altında kaldık.
Bu bir yenilenme savaşımıdır.
Travmaların üstüne çıkmaya ve yenilenmeye cesaret edenler eski gelenekleriyle hesaplaşmalıdır.
Ben bunu yaptım ve bunu yapacak insanlarla eşit ve özgür koşullarda bir arada olmak istedim. Bunun savaşımını verdim ve vermeye devam ediyorum.
Temel prensibim; kendisine her konuda yeten, hiç kimse veya bir yere yaslanmadan, dimdik duran, düşüncelerinin militanlığını yapan ÖZGÜR BİREYLER TOPLULUĞU… Hatta mahallesi oluşturmaktır. Serçavan Nasname bunun giriş platformu ve nihayi olarak TARABÊTAR ise herkesin kendisini ifade edebilme alanı olmayı amaçlıyor.
İşte buna aday olarak gösterdiğim arkadaşlardan biri de Ali Rıza AYDIN’dır.
Teklif ettim. Kabul ederse onu da Serçavan Nasname’de görmek isterim.
Ali Rıza AYDIN’ı kısaca taktimim ve teklifimdir.
Selam ve devamla.
17.10.21
Almanya-Essen
GENERAL EBU ALİ’DEN GENERAL ŞEMDİN’E
Bir Generallar Seremonisini Taktimimdir!
Diyarbakır Zindanı bizim kuşak için birkaç anlam ifade eder.
1-Devletin çıplak zoru ve ölümüne dava adamı olmanın sınanma arenasıydı.
2-İşkence, sorgu, savcılık ifadesiyle beraber Uzun Erimli Direniş Maratonu Direnmekle mümkündü.
3-Çıplak yürekle ancak 8, 9 ay direnebildik. Sonra kurallara uyduk.
4- Kimi kurallara uymayı ve teslim olmayı birbirine karıştırdı. Bir kısmımız kurallara uyduk, taviz verdik. Taviz bir anlamda ricattı. Düşüncelerimizden ödün verdik.
5- Başta Mazlum Doğan, Hayri Durmuş, Kemal Pir, Ferhat Kurtay ve onlarla ölüme gidenler bizi kurtardı. Sıra bize de gelecekti. O zaman biz de sınancaktık.
Neyseki bize sıra gelmedi.
…Ve 1988’lerden sonra şartlarımız iyileşti. Bu iyileşmeler aşamasında içerde okudum. Hem de her üç ayda ayrı ayrı konulara ağırlık verdim. Pratik sınanma tamamdı, bir de teorik olarak güçlenmek gerekir. Bu nedenle içerde ciltlerce dizi olan DİPLOMASİ TARİHİ’ni okudum. Dünya insanlık ve Dinler tarihini inceledim.
Şimdi konumuz askerlik.
Şamdin Sakık bu konunun pratik uzmanı bir arkadaşım. Ve son yazdığı mektupların birinde;
‘’Selahaddin Eyyübi, Mele Mistefa Barzani, İhsan Nuri Paşa’dan sonra Kürdlerin dördüncü generaliyim’’ diyordu.
O diyordu.
Olur mu?
Olmaz mı?
Orasını bilmem.
Ben asker değil, kendimi edebiyatçı görüyorum. Askeri olarak SPG (Silahlı Propaganda Grubunda) Manga Komutanlığı yaptım. Askeri değil, siyasiydim. Yardımcım S. M. idi
5 Kişilik mangamda G-1, G-3 ve AKM vardı. Bana tabanca kaldı. Grup itiraz etti. Onlara şöyle seslendim.
‘’Türk ordusunda subaylar piyade silahı taşır mı?’’
‘’Hayır.’’
‘’O zaman ben de siyasi komutanınızım ve tabancam var’’ dedi.
Sessizlik oldu. Sessizlik onaydı.
SURİYE, LÜBNAN, BEYRUT VE ŞUF DAĞLARI….
Daha önce de söylemiş ve yazmıştım.
1979’un sonlarında HZ. (Öcalan) sınırı kimseye haber vermeden geçmişti.
Hala nasıl ve kimler onu Suriye’ye geçirdi. Bu bilinmiyor..
Ben anılarımda en ince detaylarına kadar anlattım.
En önemli tanıklığım ise;
Seyda Kampımızda aylar sonra Abdullah Öcalan’ın gelişiydi. O bizim gibi gelmedi.
Onu üç arabayla getirdiler. Yanında Ebu Menduh vardı. FDHC(‘nin Naif Haaatme’nin) yardımcısı vardı.
Bir mola esnasında; 1972’lerde Denizlerle beraber gelip orda kalan Hasan adındaki Türk tercüman vardı.
Öcalan hava atmak için Hasan’a kimliğini gösterdi. Ve Hasan selam durdu.
Meğer biz Muasker (Asker) kimliği taşırken Öcalan’a GENERAL rütbesi varilmiş.
Şimdi soruyorum.
- Öcalan’ı Filistinlilerle buluşturan ona general kimliği veren kim?
- Bir ara Mesud Barzani ve Celal Talabani de Türklerin verdikleri pasaportlarla seyahat ediyorlardı.
- Ki Öcalan Daha Önce Romanya’ya Bulgaristan’a, Almanya’ya ve bazı ülkelere gidip gelmiş. Ancak bunlar kayıtlı olarak belgelenemedi.
- Generalllik öyle kolay mı?
Mazlum Kobani (Mazlum Abdi) adı her neyse… Amerikalılar tarafından General ilan edildi.
Aziz Weysi KRG tarafından General.
Said Çürükkaya Ölmeden önce Gayr-i Nizami Harp elemanı. Kendisine Ağri Tugay komutanı, diyormuş.
Öldükten sonra Generallik verildi. Ve Abisi Selim Çürükkaya terfi yaptı. Generalin Abisi oldu.
Peki bunla bir yerlerden GENERAL olunca; bizim Şemdin Sakık neden GENERAL olmasın?
Bence yakışır.
Ve Öcalan mı General Şamdin mi?
Aslında gerçek ve sahteler birbirine karışmış.
Bence ikisini de salalım meydana ve önce onlar savaşsın.
Ne dersiniz?
Ben yine General Şemdin’i tutuyorum.
Öcalan’ı tutanlar beri gelsin.
SAVAŞTA ARTİSTLİK YAPILMAZ.
Savaş ciddi, riskli ve en küçük hattada hayat gider.
Devam edeceğiz.
Şimdilik NOKTA.
- 10 .21
İBNE NASIL YEDİN O PARALARI?
Az önce bu fotoyu bir arkadaşım bana yolladı.
Ve soruyordu:
‘’Bu ortada oturan sen değil misin?’’
Ben,
‘’Hayır. Bu ben değil. Mehdi Zana’dır’’ dedim. Ve ekledim.
‘’Bunlar bizim Kravatlı Kürd (PSK)’li tutsaklardır. Bizim böyle imkanımız yoktu.’’
Aslında aynı buna benzer bir yargılama fotomuz vardı. Ama onu bulamadım.
MEHDİ ZANA BENZERLİĞİ…
Bir toplu yargılama gidişimiz vardı.
Gardiyan ikide bir beni dövüyor.
Ses etmiyorum. Gardiyan dediğim o zaman cahil bir asker ve döverse döver. Söverse söver. Komutan, demişiz ya. Ancak döverken, arada söyleniyor.
‘’Söyle lan söyle. İbne nasıl yedin o paraları?’’ diyor.
İçimden ‘’Ya bu manyak kafayı mı yedi. Döviyorsan döv, sövüyorsan söv. Serbestsin. Peki bu para da ne diyorum.’’
Bir ara ‘’Ne parası? Komutanım? Ben para filan yemedim.’’ Desem de o habire dövüyor.
En sonunda Mazlum Doğan müdahele etti.
‘’Komutanım galiba sen bu arakadaşı birine benzetiyorsun. Bu bizim arkadaşımız Şükrü Gülmüş. Onu tanıyorum. İnanmıyorsan kimliğine bak’’ dedi.
Gardiyan durdu.
Önümde asılı kimliğe baktı.
‘’Vay be.. Puşt bak sen ben onu Mehdi Zana diye dövüyordum. Ama ne fark eder? O da Kürd bu da Kürd. Aynı boksunuz nihayetinde.’’
Ve beni dövmekten vazgeçti.
Ama yıllarca ‘’Para, Mehdi Zana ve dayak’’ aklımdan çıkmadı.
Bu fotoyla o günlere gittim.
İlahi su kuşu, nasıl yaptın bu işu!
Nerden nereye.
Daha nerden nereye gideceğiz.
18.10.21
KİMLİKSİZLİK: BİR ŞARK ÇIBANIDIR KÜRDÜN ALNINDA!
Sömürge insanı egemenlerin nezninde bir HİÇ’tir.
Hiçin en yalın haliyle matematiksel ifadesi; X’tir.
Sanırım onun için Zenci lider Malklom soyadını X koydu
Ve Malklom X’im, dedi.
Peki Amerika ve Afrika’daki Zencilerin durumu bu kadar barizken biz Kürdlerin durumu bundan farklı mıdır?
Hayır.
Egemenlerin bize bakışını bir yana bırakın; bu sakat ‘’devrimcilik’’ ve hevalcilik hastalığı bundan beter değil mi?
PKK denen teşkilat öyle bir hastalık yayıdı ki içimizde;
Herkes eşitleşti. HEVAL oldu.
Her heval bir X ve her X de farklı yerlerde isim ve sıfat buldu.
Mesela şu Batı Kürdistanlılara bakın.
Gerek Hafız Esed ve oğlu Beşer ile Öcalan Hanedanlığı;
KİŞİLİK bırakmadı.
Suriye’deki Kürdler 3 statüdeydi dün.
Bu gün ise 33 parçaya bçlündü.
Ükeleri BATI KRDİSTAN, ROJAVA oldu.
Ve Rojava’nın her kişiliği cila ile kaplandı.
Örnek olarak Şahin ABDİ’nin kaç ismi var?
En sonunda neden MAZLUM ABDİ oldu?
Ona kim general, dedi?
Amerika öyle mi?
Peki bu Amerika onun GENERAL olarak kalmasına gücü yetecek mi?
Bir MAHMUD çıktı piyasaya.
Ben bile yanıldım.
Mahmud’u Klombo Mahmud’la açıkladım.
Çünkü Mahmud hem Suruç-Büyük Şevranlı hem Batı Kürdistanlı. Bir ayağı Kuzeyde, biri Batı Kürdistan’da.
Kuzey’de Klombo,Batı Kürdistan’da Mahmudê Reş.
Kuzeyda Mahmut Şakir. Batı Kürdistan’da Şam û şekir.
Şimdi de dediler ki:
‘’Bu Mahmud senin anlattığın ve bildiğin Mahmud değil.
Bu Mahmud; KOBANİ-Korali köyünden.
Doğru yeni adı: Mahmud BERXEDAN!
Onun mahalli adı: MİSTİK!.
1992’den beri Öcalancılarla ilişkide. Siyasi bilinçten yoksun ve her göreve hazır nazır bir taklacı güvercin.
Gel de işin içinden çık!
O nedenle RESİM VE İSİM’de bir istikrarı olmalı insanın.
Yok.
Mal burda, mal müdürü orda.
Düşmez kalkmaz bir O var.
Geri kalanı korkuluk..
….
O BİR FARKLILIKTI
Öyle olunca partisi de farklı olacaktı.
Şöyle ki; dünyanın tüm burjuva partileri.
ML olan ve olmayanların bir genel geçer kuralı var.
Ama O’da ve partisinde kural kaide yoktu.
Mesela; ML partileri bir piramit örgütlenmesi şeklindedir.
En altta hücre, yukarıda kongre vardı.
O kongerler üstüydü.
Mesela partide bir alt-üst sorumluluk vardır.
O’nun üstünde –denetleyen, soran sorgulayan- hiçbir merci bile yoktu.
O bir tanrıydı.
O’nun Partisinde yurtseverler, devrimciler cesur olanlar ölür.
Ama hain olanlar, zaaf gösterenler, düşmanla işbirliği yapanlar müteberdi.
En ilginci ajandır, dedikleri büyük bir kımı öldürüldü.
Ama ne hikmetse kardeşi Ga Osman, eş Fatma ve onlarca şaibeli kişi hala yaşıyor.
Neden?
Eğer biz partililer; partiyi parti gibi işletememişsek biz de onun kadar suçluyuz.
Weselam yola devam.
PKK’Yİ ÖĞRENME KLAVUZU
Geçen gün Öcalan’ın kitaplarını tasnif ederken, bir kitabın ismi dikkatimi çekti. Sümer Rahip Devletini , Demokratik Cumhuriyeti ve Moderniteyi Öğrenme Klavuzu.
Mübarek bir de PROf olmuş.
Aslında kısaca Öcalan’ı Anlama Klavuz, diyelim de ona kolaylık sağlayalım. Kısacası: ÖAK!…..
Ben de öyle mi yapayım?
Bizde isimler de birbirine karıştırılıyor.
Mesela;
Şahin Dönmez, Şahin Klavuz…
Mahsum Korkmaz, Mazlum Doğan
Abdurrahman Kayıkçı,Abdurrahman Çadırcı….
Ben Kayıkçı’ya dikkat çekeceğim.
Ama Çadırcı ile karıştırmamak için.
Bizim KAYIKÇI Diyarbakırlı, ÇADIRCI Urfalı.
Kayıkçı Diyarbakırlı ve Diyarbakır Bölgesindeki faaliyetler içindeyken yakalandı.
Poliste çözüldü. Sonra itirafçı oldu.
Buraya kadar normal. Çözülür, itiraf da yapar ve çeker gider. Ancak bizim Kayıkçı durmadı. İçerde en fazla onunla görüşen Mehmet Şener’di. Bir defasında sormuştum.
‘’Şener bu Kayıkçı itiraf yapmadı mı?’’
‘’Yapmış.’’
‘’O zaman onunla neden konuşuyor ve sohbetlerini devam ettiriyorsun?’’
‘’Belki onu caydırır ve yine kazanırım. Sen işine bak Xoca…’’
Sustum.
Adam Mustafa Karasu’dan sonra sorumlu ya…
Yanlız dikkatimi çekmişti.
Devam edelim.
Kayıkçı çıktı. Parti saflarına gittiği söylendi.
Şener de çıktı ve asker alındı. Askerde elbise giymiyor. Direniyor, dendi.
Yalan çıktı.
Askerden firar etti. O da Bekaa’ya ‘’Başkan’ın sahasına gitti.
Başkan Kayıkçı’yı yanına aldı.
Hem de onu HPP, (Hêzên Parastina Parti) Partiyi Koruma Teşkilatı’nın başına getirdi.
HPG; PKK’yi koruma teşkilatı.
PKK=APO olduğuna göre; o zaman HPG APO’yu korum ateşkilatı. Kayıkçı direk Öcalan’a bağlı.
Şener Öcalan’ın istihbarat ağına takıldı.
Yazıştığı pusulalar ele geçti.
Öcalan Cemil’e talimat verdi. ‘’Şeneri Tutukla!’’
Cemil Şener’i tutukladı.
Peki ama Şener kimin gözetiminde?
Kayıkçı’nın.
Şener Kayıkçı’yı ikna eder ve birlikte kaçarlar.
Şener kurtulur ve PKK-VEJİN’ini kurar.
Peki Kayıkçı ne yapar?
Direkt Öcalan’a gider.
‘’Başkanım ben yanlış yaptım. Beni affet. Şener’e kandım. Onu vurup getireyim.’’
‘’Hayır. Sen işine bak. Biz gereken tedbirimizi aldık’’ der.
Ve ilginçtir. Öcalan Kayıkçı’nın kılına dokunmaz.
Kayıkçı bu sefer yeni sahip arar.
Sizce kime gider?
Dönemin Emniyet Amiri Hanifi AVCI.
Kayıkçı artık Hanifi Avcı’nın elinde.
Ama da karışık ve bu KAYIKÇI fırıldak.
Şener, Öcalan, Hanifi Avcı arasında dans ediyor
Ben hala bu bulmacayı çözemedim.
Kafa yoran varsa ve bir yorum yapan varsa, buyursun.
Bir çivi gibi saplı duruyor beynimde şu KAYIKÇI
Eskiden Kayıkçının küreği/Vış vış eder yüreği’’ diye bir şarkı da vardı sanırım.
Hey Kayıkçı…
Nerde kürek çekiyorsun şimdi?
Seni gidi zalım seni…
- 10. 21
ROMANLARDAKİ KIZIM: CEMRE
Alman yazar Günter Grass;
Kadınlar rahimleriyle, yazarlar beyinleriyle doğurur, der.
Ben beynimle değil; yüreğimle doğururum.
Yıllar önce çalakalem bazı yazılar yazdım. Sevgili dostum Karen Stenla’ya ‘’Al bunları oku’’ dedim.
Okumuş ve çok beğenmiş.
Benden habersiz yazdılarımı Almanca’ya çevirmiş ve ben böylece bir Almanca kitap sahibi oldum.
Adı: Ölümle Seviştim Ölümüne Seviştim koydum. Almancasıyla; İch habe Mit Todes gelibt, oluyormuş va Almanca hiç bir anlam ifade etmiyormuş.
Karen ilk verdiği yayın evi olan Unrast Verlag basmayı kabul etti. Ama adını Zwishen den Fronten koymayı gerekli gördüler. Yani İki Cephe Arasında.
Olur, bu da bana uyar, dedim.
Ve 2000 yılında kitap basıldı. Frankfurt Kitap Fuarına liste başı katıldı. Ben de o vesileyle Fuara gittim.
Orda.
O romanda Mem var.
Mem Başkahramandır. Ceren Mem’in sevgilisidir. Cemre ise, gerçekte olmayan ama romanda Mem ile Ceren’in kızıdır.
Şimdi.
O romanda olan ve doğan Cemre eğer gerçekte olsaydı tam 21 yaşındaydı. Ancak yok. O tamamıyla benim hayal mahsülüm. Babası da anası da benim.
Cemre gerçek hayatta yok. Ancak şu anda onlarca kızım, torunum var. Cemre bunlardan sadece birisi.
Hey Cemrem, senin annen, baban var. Ama gerçek deden benim.
Şükrü Dede.
Ah canım ne kadar da yakışmış sana o şapka ve o tüy.
O tüy senin kanatların olsun ve uç bana gel, kelebeğim, sevdiceğim, Cemrem.
Bekle ben sana geleceğim.
Sevgiyle kal.
Herkese selam söyle, emi?
22.10.21
Almanya-Essen
TOPRAĞIN KANI VE EROL TAŞ
Geçmişten Kısa Bir Anı
Fikret Hakan, Belgin Doruk ve Erol Taş….
Fikret Hakan’ı severdim. Yılmaz Güney ile filimlerini kaçırmazdım. Hele de Kont ve Cesi harikaydı.
Belgin Doruk da Hülya Koçyiğit gibi bana uzaktı. Ben kadınlardan Türkan Sultan’ı (Şoray)’ı severdim. Sanki biraz Ayşe Şan’dı. Esmerdi. Kürd’e yakın dururdu.
Hele de Erol Taş, benim karekter oyuncumdu. Ona hayrandım. Bir o bir de Hayati Hamzaoğlu çok iyi birer –en güzel kötü adam-dılar.
Dediler ki Fikret Hakan Batman’a gelmiş. Toprağın Kanı filimini çevirecek.
Ben kudurdum.
Yerimde duramıyorum.
Batman kazan, ben kepçe.
Hem Hakan’ı hem Erol Taş’ı buldum.
Fikret Hakan’ı berberde buldum.
Hatta birer fotoğrafta çektirdiğimizi sanıyorum.
Sonra akşam Raman Sineması’na gittim.
Erol Taş gişe bölümünde hayranlarıyla konuşuyordu. Bazı flimkolikler kona hakaret ve küfür etti. Erol Taş kızmadı. Aksine güldü ve şöyle dedi:
‘’İşte bu… Küfredin. Hakaret edin. Bu benim rolümde ne kadar gerçekçi olduğumun ıspatıdır. Siz benim şahsıma değil, filimlerdeki Erol Taş’a kinizi kusuyorsunuz. Buna alınmam, kızmam, aksine sevinirim’’ dedi
Ve o ünlü gülüşüyle kahkalarını patlattı yüzümüze.
Sen varol Erol abi.
En güzel –kötü-adam.
Ve biliyor musunuz? Oda karaciğerden buraya, Almanya-Essen’e, şehrime gelecekti. Karaciğer nakli olacaktı.
Onu bekledim. Yanına gidecektim. Ama gelemedi ve öldü.
Yazık oldu.
Ruhu şad olsun.
21.10.21
URFALI VE BATMANLI
Nem-ı değer Abdulkadir Aygan ve gariban Recep Tiril.
Biri Urfalı, diğeri Batmanlı.
Ve elbette –Kani Yılmaz- (Faysal Dunlayıcı)’nın dediği gibi ‘’Urfalı olmak bir ayrıcılıktır.
Ben adı geçen her iki insanı da tanıyorum.
İkisiyle de uzun uzun söyleşiler yaptım.
Aygan’la yaıp hala bende kalan ve yayınlayanmayan 8 video kaseti var.
Beklesin.
Hala onların zamanı var.
Aygan, Abdullah Öcalan’ın öz yeğeni.
Ve daha 1976’lardan beri ona ‘’Adana-Misise git. Aileye göz kulak ol. Onlara yardımcı ol’’ diyor.
Hem yeğeni hem de en has yaveri.
Nitekim bu ilişki PKK’den kaçıp JİTİM’e girdiği zaman da devam ediyor.
Hatta Aygan bir ara bunalıma giriyor.
Bir bayram görüşü vesilesiyle Büyük Babaya haber yolluyor.
‘’Dayanamıyorum. Artık burdan çıkmak istiyorum’’ dediğinde. Öcalan’dan ona şöyle bir haber gönderiyor.
BİZİM KAYGAN BİR MÜDET DAHA ORDA KALSIN!, deniyor.
Ben ona sormuştum.
‘’Senin elde ettiğin bilgiler ona kadar etki ediyor muydu?’’
‘’Bilmem. Ama benim Jitem’de kalmamı o istedi. Yoksa çıkacaktım’’ demişti.
Öcalan bu.
Onun için bilgi önemlidir.
Nitekim Aygan’ın bir üstü Cem Ersever’dir.
Belli mi olur.
X
Aygan Jitemde kaldığı sürece en çok kızdığı ve nefret ettiği Recep Tiril’dir. Hem o hem Cem Ersever Recep’e ‘’Sen bizim içimizdeki PKK ajanısın. Sana güvenmiyorum’’ diyormuş.
Recep de
‘’Madem güvenmiyorsunuz neden beni aldınız. Madem aldınız o zaman sizin temizlik ve ayak işlerinizi yapayım’’ diyor ve Recep öyle kalıyor.
Ve Recep kendisi gibi itirafçı olan (S) ile evlenerek temizlik işçisi olarak çalışıp emekli oluyorlar.
Ben Aygan’dan sonra Recep’i de buldum. Soyadını ERKAL yapmıştı.
Onunla söyleşi yaptım ve yayınlayacaktım.
Anacak iki kızının ısrarından dolayı yaptığım söyleşiyi yırtıp atttım. Yayınlamadım.
Recep gönül koydu.
Onu Serçavan’a yazar olarak aldım.
‘’Al köşe yaz. Ama söyleşi yok. Dünyanın bomba haberi bu iki çocuğunun gözyaşına değmez. Onlara kıyamam.’’ Dedim.
Şimdi biri İsveç’te biri Kara toprakta.
Biri onurlu ve ölü.
Biri bukalamun. Ne olacaği belli olmaz biri.
O da yaşıyor.
Bugün fotosunu gördüm.
Çiçek ve böcekle uğraşıyor.
O da iyi.
Ailesi, eşi ve çocukları var.
Yaşasın bakalım.
….
10.10.21
ÜLKEMİN NABZI
Diyarbakır’da Beş Ayaklı Minare
Dyarbakır’da Dört Ayaklı Minare vardı, bu Beş Ayaklı Minare’den nerden çıktı? Diye sorduğunuzu duyar gibiyim.
Evet. Minare Dört Ayaklı’ydı.
Ben de tam ortasında bir ayak oldum.
Oldu Beş Ayaklı Minare.
Ne var bunda şaşıracak.
Benim gençiliğimin Diyarbakır’ında Dört Ayaklı Minare’ye gidişin farklı anlamları vardı. Biz o ‘’Anlamlar’’ için giderdik.
Peki Elçi niçin oraya gitti?
Kim götürdü?
Kim basın açıklamsını organize etti?
Diyarbakır’da başka yer mi kalmamıştı?
Sorular, sorulmadığı için hep sorun oldu ve öylece kaldı.
Ben öylesine gittim.
Minarenin ayağındaki kurşun izlerine baktım.
Hala kanıyordu Minarenin ayakları.
Çünkü Siyasal Bir Cinayet işlenmişti ve kimse bu konuya girmiyordu.
Üstelik o kadar çirkin bir söylem yaratılar ki:
BARIŞIN ELÇİSİ VURULDU!
Hem mayın tarlasına sürün.
Hem vurun hem de timsah gözyaşlarını dökün.
Herkesi inandırabilirsiniz ama ben inanmam.
X
Diyarbakır’da artık motorum su kaynatmaya başladı.
Misafir, misafirliğini bilmeli.
Ve yola koyulmalı.
Çıktım Diyarbakır’dan.
O gece Ekin Palasta kaldım.
Ertesi gün dostumun yeğeni geldi. Arabaya atladık.
Ver elini Mardin.
Yolda şoför gençle laflıyoruz.
Sultan Şeyhmus bir başka olmuş.
Artuklu’ya geldi. Mardin apartmanlardan görünmüyor.
Bu ne hal dedim içimden.
Beton medeniyeti.
Yaygranda kapağı attık.
Peh… Yay da yay ha…
Geceliği –en ucuzu- 90Dolar. İki günden sonra; ‘’Ben burda kalmam’’ dedim dostuma. ‘’Yazık bu paraya’’ ve ikigün Mardin’den sonra Ver elini Batman.
Batman’dan yeğenim Yafi’ye haber verdim.
Onunla da 1975’leri turladım.
Hop geçidi tuz-buz olmuş.
Savur bir yana savrulmuş.
Ömerli’ye girdik.
Durma, geç! Zaten eskiden de burayı sevmemiştim.
Estel ve Midyat birleşmiş.
Değenekçi Şêxo yok.
Artık Midiya te.. Midya te.. diyemiyor.
Diyemediği için de dayak da yemiyor.
Midyat’ta Cami ve Kilise arasında Et Lokantası var.
Yemeklerimizi aldık.
Ver elin bu sefer Yafi’nin malikhanesine.
….
- 10.21
YAZILMAMAK KAYDIYLA VERİLEN BİLGİ:
Benim için pimi çekilmiş bir bombadır.
Ya öyle şey mi olur?
Ben de her insan gibi gazeteciyim.
Babanınız Xulamı mıyım?
2005’lerde Nasname Heyeti olarak gittimizde; bakan düzeyinde bir zat.
‘’Kak Şukri ez agahdarik bidim te li ne nivise’’ dedi ve şunu söyledi.
‘’Direkt ve bizzat Başkan Mesûd Barzanî tarafından Türk Genel Kurmay Başkanlığına; şöyle bir teklif yapılmış:
‘’Irak’tan tamamıyla kopalım ve Türkiye’ye bağlanalım. Ama sınırımız Diyarbakır’a kadar olsun.’’ Diye ifade etti.
Peki yanıtı ne galmiş.
Şimdi de onu merak ettim.
Teklifi anladık.
Bu bakan –sanırım hala- yaşıyor.
Yalan söylüyorsam konuşsun.
Ama gelen yanıtı da versin LÜTFEN!…
Xoca.
10.10.21