LİCELİ SİVAN
Abdullah Öcalan’ın yeğeni Abdulkadir Aygan da onun kadar ünlenmişti bir zamanlar.
Öcalan PKK’sıyla, yeğen Aygan JİTEM’iyle öne çıkmış ve ‘’itiraflaı’yla gündemimize oturmuştu.
Aygan profesyonel orouspulara taş çıkaracak; kadar mesleğinde ustaydı. Giyimi, kuşamı, mimik hareketleri ve en önemlisi de kırıntı kırınıt, kırtım kırtım bilgileriyle şimdilerin Sedat Peker’ine taş taşıtıyordu.
Her yeri dönüp dolaştıktan sonra bana (Nasname)’ye geldi.
İlk karşılaştığızda sormuştum:
‘’Bunca Bağdatlar harap olup, her yeri dolaştıktan sonra neden bana geldin?’’
‘’Beni herkes kullandı. Senin samimiyetine inandım. Sana geldim. İster kullan, ister kov!’’
İnsanî ilişkilerde ‘’Kullanma’’ sözcüğünü çoktan atmıştım lugatımda.
Ben de onu aldım.
Konuşturdum.
Dinledim.
Saatlarce çekimini yaptım.
Nitekim hale bende olup kullanmadığı sekiz video çekimi var.
Benim de bir amacım vardı.
Bir farklı sorular soracak ve bazı şeyleri deşecektim.
Hatta onu, ailesini ve durumunu iyileştirirsem; diğer itirafçılara da güven verir, onların da bana gelmelerini sağlardım, diyordum.
Nitekim bu konuda başarılı oldum.
Aygan’dan sonra hemşerilerim Recep Tiril ve onun vasıtasıyla da Hayrettin Toğa’ya ulaşabileceğime inanıyordum.
Recep TİRİL (Aykal)’la ilişki kurdum.
Allahin siktir ettiği bir Türkiye şehrinde buldum onu.
Türkiye’ye gittim. Olduğu şehre biletimi kestim.
Racep’ e,
‘’Geliyorum’’ dedim.
‘’Gel. Serçavan Mamosta, hatta söz sana eşim hûr û rovi de yapacak.’’
Receb’i biliyordum.
Hem hemşerim hem cezaevinde öğrencim sayılırdı.
Onu şiire teşvik ediyordum.
O zamanlar daha ‘’Şair Reco’’ydu.
Otobüsten indim ve karşımda gülüşüyle duruyordu.
‘’Buyur Xocam’’ dedi. Sarıldık, öpütük, candan kucaklaştık.
Evine götürdü.
Kapıyı bir kadın açtı.
O da bekliyor ve gülüyordu.
‘’Demek biizm ünlü Xoca bu ha..’’ dedi.
Salona geçtim. Oturdum.
Su geldi. Çay demlenmişti.
Tam Batmanlıca bir karşılama.
Recep ve eşiyle karşılıklı oturduk.
Recep’le barış çubuklarını yaktık.
‘’Xocam bu eşim Sivan:’’
‘’Öyle mi? Memnun oldum.’’
‘’Ben de memnun oldum. Recep sizi o kadar anlattı ki sanki kırk yıldan beri tanıyorum.’’
‘’Nerelisin?’’
‘’Liceli.’’
‘’Vay be o viran olan ve viran ettiğimis Fisliyim, deme bana.’’
‘’Hayır. Fisli değilim. Sadece Liceli’yim. ‘’
‘’Senin hikayen de ilginç olmalı. Nerden tanıştın Recep’le’’
‘’Uzun hikaye. Şimdi yemeğe buyrun. Receb’in söylemi üzerin haftalardır hûr û rovi hazırlığımız var. Önce yemek…’’
‘’Bak buna asla yok, demem. Mardin bölgesinde bu yemek yapıldığında tüm eylemleri durduruyordum. Hûr û rovi barışı, diyordum. Di haydin bakalım.’’
Yemeğe oturduğumuzda odalardan iki genç kız daha geldi. Onlar da Recep ve Sivan’ın kızlarıymış.
Bir de oğlulları varmış. O askerdeymiş.
Kızlar tatlı, sevecen ve güler yüzlü.
Yemeğimizi afiyetle yedik.
RECEP’İN HİKAYESİ AYRI BİR HİKAYE
Kızları bu konuya karıştırmadık. Eşi Sivan sadece hizmet yapıyordu. Kan ter içinde Recep’le işimizi bitirdik. Son noktayı koyduk.
Ama benim beynime Sivan takılı kaldı.
Ben ondan sonra kendisine yöneldim.
YARALI SİVAN
Sivan’ı yanıma aldım. Recep’e,
‘’Şimdi hizmet sırası sende. Sen çay ve yemek yap, hatta bulaşık yıka.’’
‘’Xocam her şeyi yaparım ama bulaşık yıkamam.’’
‘’Neden?’’
‘’Sivan bırakmaz. Yarısını kırarım da ondan.’’
‘’Öyle mi?’’
‘’25 yıl tuvalet temizledim ama asla bulaşık yıkamadım. Yemek ve bulaşık Sivan’ın göreviydi.’’
‘’Tamam Xocam tamam. Doğru söylüyor. O konuda çok becereksiz tabak kırıyor.’’
‘’Tamam o zaman karı koca ve iş bölümüne karışmam ama valla ben yıkamam.Prensiplerime aykırıdır. Evde yıkıyorum ama misafirliklerde asla yıkamam.’’
X
Her insan gibi Sivan da PKK ve gerilla mücadelesine sempati duymuş. Harekete katılmış. Yakalanmış ve yakalandığı zaman çözülmüş. Bu normal. Ama normal olmayan durum şu:
‘’Yani sen çözüldüğün için PKK ananı ve babanı mı vurdu?’’
‘’Evet.’’
‘’Sonra….’’
‘’Sonrası ben de ne biliyorsam söyledim. İtiraf yaptım. İtirafçı oldum ve itirafçılar arasına katıldım.Orda da bir tek bu hemşerin Reco’ya güvendim. Aramızda duygusal bir bağ gelişti. Evlendik ve JİTEM’de ayak işlerinde çalışmaya razı olduk.’’
‘’Tek kadın itirafçı sen miydin?’’
‘’Evet. Aygan ve bazı arkadaşlar evli, bazıları bekardı.’’
‘’Peki ne düşünüyorsun?’’
‘’Ne düşüneceğim. Gördüğün gibi iki kızım, askerde bir oğlum var. Onlara bakıyorum.’’
‘’Peki Recep bana söyleşi verirse yine durumunuz karışacak. Fikrin ne?’’
‘’Ben Recep’e karışmam. O kendisinin kararı. Benim kararım ve yemeinim var.’’
‘’O nedir?’’
‘’Öcalan’ın çıkmasını bekleyeceğim.’’
‘’çıkınca ne yapacaksın?’’
‘’Orayı bir ben bir de Allah bilir.’’
‘’Nasıl yani?’’
‘’Nasılı var mı? Onu da kendimi de beraber götüreceğim….’’’
19.10.21
TÜNELİN UCUNDAKİ IŞIK: VESİLE
Allah ile anamdan yana hep iyi oldu.
Anam gibi ben de Allah’la zaman zaman konuşurdum.
Eskiden..
Eskiden dedğimde varsayınki MS : 1972’ler olsun.
Diyarbakır-Ergani’de abim Sabri’nin Hilal Lahmacun Salonu’nda çalışıyorum.
Salon dediğine bakmayın. Küçüçük bir fırın. Taş patlasa beş kişi ancak oturabiliyor. Ben kasada para alıyorum.
Serde hem gençlik, hem sevdalılık hem de devrimcilik var. Abim ve ortağı Nur’cu. Ben ve kardeşim Alaaddin devrimciyiz.
Abim biiz çalıştırıyor yanında. Ancak şartı var.
‘’Namaz kılacaksınız.’’
Kabul ettik. Kardeşime değil de abim bana baskı uyguluyor. Her Cuma namaza yoluyor. Ben de Ergani Camisi’ne gidiyor, elimi yüzümü yıkayıp –abdest alma numarası- yapıyor ve camiye giriyorum.
Camide oturup Allahın evinde Allah’la konuşuyorum.
Ona dertlerimi ve başımdan geçenleri anlatıyorum. O da beni dinliyor. Dinliyor ama hiçbir şey söylemiyor. Ve çıkıp geldiğimde
‘’Selamünaleyküm’’ dedim dükkanda bulunan abime. Bana kızdı.
‘’Ne aleyküm selam ülan ne aleyküm selam.’’
‘’Ne oldu? Niye deliriyon?’’ dememe kalmadan.
‘’Gerek yok. Nazmaz da kılma, camiye de gitme. Gerek yok.’’
‘’Niye?’’ dedim.
‘’Daha ne olsun ki? Dinine imanına abdest aldın mı?’’
‘’Hayır. Peki sana kim söyledi.’’
‘’Allah söyledi ülen Allah…..’’’
X
Böylece namza hikayemiz de orda son buldu.
Almanya’da evimdeyim.
Yanlızım. Yemeğimi ısıttım. Yiyorum. Yine Allah’la konuşma senanslarından birindeyim.
‘’Ya bişey soracağım Yüce Allahım. Sahi Yanlızlık Allaha mahsustur, derler. Neden yanlızsın sahi. Beni karılarım terk etti. Onlara kocalık yapamıyorum. Senin derdin ne? Niye yanlızsın?’’
Yine cevap vermedi Allah.
Sabırlı adam.
En kısa sabrı sittin seneymiş.
Kafam bozuldu. Ben bu kadar sabırlı değilim. Sabrlı olan abim Sabri’ydi. Ben şükür etmeyen Şükrü’yüm, dedim ve tabağı kaptım, kalan yemeği dökecekken tabak elimden düştü.
Tuhaf bir durumdu. Sonra yere yığıldım. Elimi faraca ve süpürgeye attım. Elde hareket yok. İşte o zaman;
‘’Bu sefer hapı yuttun Xoca’’ dedim.
Meğer beyin kanaması geçirmişim.
El yok. Ayak yok. Kıçımı oynattım. İçimden bir umut yeşillendi. ‘’Kıçımız çalışıyor. Bu iyi.’’
Kıçımın üstünde yalpalaya yalpalaya yatak odaına vardım. Telefonum ordaydı. Telefonu aldım. Aramaya başladım.
‘’İllegal karım’’ dediğim yeni ayrılmıştı. Onu aradım. Yok.
Kızımı aradım. O da yok. Oğlumu aradım yokoğlu yok. Son bir umut menevi oğlum Selo’yu aradım. Telefon çalıdı.
‘’Selo çabuk ambulans çağır. Felç oldum.’’
‘’Ambulans… Felç.. o da ne. Benimle kafa mı buluyon?’’
O Türkçe, ben Almanca bilimiyorum.
Kaderimle başbaşayım.
Azaril bir kara kedi gibi karşımda duruyor.
‘’Yolun sonu bu. Son duanı et kafir’’ diyor.
Neyseki telefon çaldı. Ambulans geldi. Beni hastahaneye kaldırdılar.
Doktorlar müdahele etti. ‘’Biraz daha geç kalsaydın ölmüştün’’ dediler.
Ölmedim. Yaşıyordum daha.
Beni kura gönderdiler.
ALLAHA YAKIN KULLARA UZAK BİR YER
Almanya-Essen’de dağbaşında bir hastahanedeyim.
Gelen giden çok ama beni arayan yok. Dünyanın en zor işkencesi nedir, deslere bana;
Tek yanıtım var: İlişkisizlik, derim.
Allah bile çıldırır, ilişki olmasa.
Yok. Hiçbir ilişkim yok. Aksi kimse de nerde olduğumu bilmiyor.
Bir telefona kavuştum.
İnternete bağlandım.
Dünya ile bağım oldu.
BİR MERHABA!….
Bir mesaj geldi.
-Alo, dedim. O,
-Merhaba, dedi.
-Kimsiniz?
-Vesile.
-Ne istiyorsunuz?
-Merhaba, demek istedim.
-Merhaba da beni nerden buldunuz? Nerden tanıyorsunuz.
-Kadın mısın erkek misin?
-Kadınım. Adımdan anlaşılmıyor mu?
-Hayır. Hem sesiniz hem adınız tuhaf. Eğer erkekseniz ve kadın numarası yapıyorsanız ben bu numaraları yutmam. Telefon edin. Telefonum bu.
-Telefon edemiyorum. Soğuk aldım. Sesim iyi değil.
-O zaman size bir hap göndereyim. İyileşince beni ararsınız, dedim ve yazışmayı kestim.
Bir müddet sonra telefon geldi.
Dinledim. Hala kadın olduğuna emin değilim.
-Ya iyi de beni nerden buldunuz? Neden arıyorsunuz? Daha önce tanışıyor muyuz?
-Şahsen hiç görüşmedik. Ama uzun bir süreden beri ta Yeni lke Haftalık gazeteden beri yazılarınız okuyorum. Onca mücadele ve badireden sonra bu insan bir MERHABA varmek suç mu? Bu kadar mı vefesızız.
Düşündüm.
Ve ilkkez şok oldum.
Bir derin ‘’Vay beee…’ çektim.
Demek hala sevenim ve arayanım varmış.
İşte böyle başladı ilk tanışmamız Tünelin Ucundaki Işık Vesile’yle tanışmamız.
Hikayesi uzun mu uzun. Liceli, çileli ve bir destanı kapsayacak bir KANDAVALI….. Yüreği paramparça…
19.10.21
VESİLE VESİLE OLDU
İnsan boş durursa hem canı sıkılır hem saçları ve tırakları uzar.
Saçlarım da tırnaklarım da uzamıştı.
Evinde kaldığım Vesile dostuma:
‘’Şu yakınlarda bir tanıdık berber yok mu? Traş olalım en azından’’ dedim.
Dışarı çıktık.
Berber arıyoruz.
Ki ben her berbere ne kelelemi taslim ederim ne de herkes saç stilimi bulur.
Birkaç yer baktıktan sonra bir berber bulduk. Hem berber, he kuaför, hem medikür-pedikür. Ben berberin dışında bir şey bilem.
Kapı önünde oturdum. Çayımı içiyor, sigaramı tellendirip gençlere bakıyorum. Üç genç vardı. Memleketlerini sordum. Üçü de Lice’li. Filinta delikanlılar. Gençliğii hatırladım.
Sıram geldi.
İdris bir el attı saça, beni bir acaip bir hale soktu.
Gözümü açtım kendimi tanıyamadım.
‘’Abi geç şimdi Feride Hanımın tarafına sana bir de menikür pedikür çeksinler.’’
Söylenene uydum.
Otur, dediler oturdum.
Elini uzat, dediler uzattım.
İnanın kendimi Diyarbakır Hüclereinde sandım. Burdaki temel fark gardiyanlar kadın. Ayağımda bir acı hissettim. Baktım topuk nasılarımı alamaya çalışan kızcağız ayağı kanatmış.
‘’Kızım dur beni Sultan Aziz mi sandın.Bende nasır ne arar. Ama öldüreceksen o başka.’’
Feride hanım müdahele etti.
Belli ki –ses tonundan ve davranışlarından- patron olduğunu anladım.
Feride’ye bakıyorum.
Sarışın, sert, otoriter ve resmi.
‘’Abi bişey soracağım.’’
‘’Buyur sor.’’
‘’Sen terörist misin?’’
‘’Evet. Ama gerçek terörist. Sahte falan değil. İdrise verdiğim kitaptan mı anladın?’’
‘’O kemal Pir’i tanıyor musun?’’
‘’Elbette. Tanımasam kitabını yazar mıyım? O benim Diyarbakır Zindanı’ndaki arkadaşımdı.’’
‘’Öyle mi? Kaç yıl kaldın?’’
‘’11 yıl.’’
Ben öyle söyleyince Fadime’nin rengi değişti.
Sesinin oktavını düşürdü ve tırnalarımı törpülerken konuşmaya başladı.
‘’ben de Kürdüm.’’
‘’Hadi ya…’’
‘’Sarışın Kürdlerden yani….’’
‘’Hayır. Onlar boya. Ben aslen Lice’liyim.’’
Feride Liceliyim, dediğinde ben durdum.
‘’Madem Licelisin ve patronsun. O zaman bir kahve isterim.
‘’Tamam. Başım gözüm üstüne…Kızım Hocama bir kahve. Acele…’’
‘’Eh şimdi canım bir de sigara istiyor.’’
‘’Olur. Ara verelim. Buyrun ben de çay alıp geliyorum.’’
Berber dükkanının önündeyiz.
Feride zembereği boşalan saat gibi anlatmaya başladı.
FERİDE’NİN ANLATIĞIDIR
……
19.10.21
Bir…
İki..
Üç… Liceli hem kadın hem çileli.
Kafama not ettim bunları. Artık onlar yürek kasamda gizli. Almanya’ya evime vardığımda onların tek tek hikayelerine bakacağım.
HİDAYET EREN
Başım kalaba, yüreğim hala ülkemde. Lkemin Nabzı diye küçük denemeler yapıyorum.
O ara sayfama bir kadın geldi. Erkeklere pek değil de kadınlara –kibarlık olsun diye- bir hoş geldin çekerim.
Usuldendir.
Hani bir söz bulmuştum ya;
‘’İnsanlar incelikten değil, kalınlıktan kırılır’’ diye.
Yeni gelen Hidayet Eren hanıma da bir ‘’hoş geldin’’ ettim.
Hayret.
Anında ‘’Hoşbulduk’’ geldi.
-Bu gerçek edınız mı? Mahlsa mı?
-Hayır. Gerçek adım.
-Güzel.
-Bence güzel değil, Kürdçe olmasını isterdim.
-Suçlu babanız. Sizin değil. Ama Hidayet ve Eren yakımış. Gayet Güzel.
Ve yazışmaya başladık.
O da Lice’li çıkmasın mı?
Evet. Liceli. Ama Çileli tarafı ne kadar bilmiyorum.
Bu coğrafyada Kürd olacaksın. Liceli olacaksın, Kadın olacaksın ve çilen olmayacak.. Bu eşyanın tabiatına aykırı bir durum.
İşte tam da bu noktadayım.
Burda duracağım.
En sondan başlayığ en başa gideceğim.
Hidayet Eren eğer kabul ederse; dördüncü liceli ve çileli kadınlarla söyleşiye başlayacağım.
Ben soracağım. Onlar anlatsın.
Ben varım.
Siz de var mısınız Liceli ve Çileli kadınlar?
19.10.21
Almanya-Essen